Daha ilkokuldayken doktor olmayı, hatta İstanbul Tıp Fakültesi’ne girmeyi ideali
haline getiren tutkulu bir tıp insanıyla, Doç. Dr. Nuri Haksever ile birlikteyiz.
Şimdi “Ne yiyorsanız o’sunuz” diyen Haksever ile aydınlatıcı bir sohbetin
kapılarını aralıyoruz.
Doç. Dr. Nuri Haksever tamamlayıcı tıbbı göz ardı etmeden holistik tıp ilkeleri ile ”insanlar yediklerinden ibarettir” di-yor. Beslenme planlarının insan sağlığı ve hastalıkların tedavisi üzerine etkilerini inceliyor; tedavisi mümkün olmayan pek çok hastalığın uygun doğal ve organik gıdalar, fito besleyiciler ve mikro besin-ler ile düzelebildiğini, sağlıklı su içmenin vücudumuz için çok gerekli olduğunu savunuyor. Biz de hemen konuya giri-yoruz ve Haksever’e aklımızdaki soruları sormaya başlıyoruz.
Makro ve mikro besin ne demek?
Biz yakın zamana kadar ne yediğimizin farkında değildik. Sadece tadı hoşu-muza gidiyor ya da canımız çekti diye yiyorduk. Fakat süreç ilerleyince gıda-ların içinde yağ, karbonhidrat ve pro-teinler olduğu anlaşıldı. Şöyle söyleye-yim; bir gıdanın içindeki ağırlığın yüzde 80-85’ine tekabül eden moleküller var.
Bunlara makro molekül; yani karbonhid-rat, protein ve yağ diyoruz. Bu karbon, hidrojen, oksijen ve nitrojenden olu-şan bir yapı. Mikro besinler ise sayıları 5000’den fazla olan, vitaminleri, mine-ralleri, antioksidanları ve fitokimyasal-ları içeren çok büyük bir grup. Bunlara mikro besin denmesinin sebebi ise şu: 100 gramlık bir gıda maddesinde 1 gr., 10 mg., 1 mg., hatta 1 mikro gram do-zunda varlar. Toz tanesi kadar oluyorlar. Ama bu toz taneleri çok önemli. Bunu size bir örnekle açıklayayım: Diyelim ki soba yakmaya çalışıyorsunuz. Isınma-nız için odun ya da kömür yakmanız gerekiyor. Ama bunlar tek başına yeterli değil. Sizi ısıtacak olan madde bu ama ısınma eyleminin başlaması için çıraya, çırayı yakmak için de kibrite ihtiyacınız var. Eğer o kibritle çırayı tutuşturursa-nız, odun veya kömürden inanılmaz bir sıcaklık yayılır. İşte vitamin ve mineraller kibrit gibi çok düşük dozda olmalarına rağmen metabolizmanın düzgün çalış-ması için gerekli olan ajanlardır.
Mikro besinlerin vücudumuzda nasıl bir rolü var?
Mikro besinlerin rolü çok büyük. Çünkü insan vücudunda yapılmıyorlar, buna esansiyel (elzem) diyoruz. Sağlıklı bir metabolizma için alınmaları gerekiyor. Vücut bazı aminoasitleri yapıyor, bun-ları almamız gerekmiyor; buna ise non esansiyel (elzem olmayan) diyoruz. Ör-neğin vücudumuz Omega 3-6 yağ asit-lerini üretemiyor ve vücudun dengede olması için bunların mutlaka dışarıdan alınması gerekiyor. Fiberler vücut tara-fından emilmediği ve kolonda hareketi sağladığı için gerekli olan maddeler. Çevre kirliliğin artmasıyla birlikte serbest radikal diye bir kavram hayatımıza girdi. Bu serbest radikaller vücudumuzdaki sağlıklı hücrelere saldırarak hastalıklara neden oluyorlar. Bunu evinizdeki tuğla ları gün be gün çalan bir hırsız gibi dü-şünün. İşte bu noktada antioksidanların rolü büyük. Vücudumuzun sağlıklı olma-sı ve hücresel dejenerasyonun yok edil-mesi için antioksidanların alınması şart. Mikro besinler vücudumuzda sentez yapılmadığı için bunları bitki ve hayvan-lardan almamız çok önemli.
Takviyeler nerede devreye giriyor?
Şimdiye kadar “insanoğlunun yaşaması için gerekli olan birtakım maddeleri al-ması gerekiyor. Bunlar makro ve mikro besinler. Bir kısmı essansiyel, bir kısmı non-essansiyel” dedik. Bir de olayın ikinci kısmı var. Yani vücuda girmeme-si gereken maddeler var. Bunlar neler? Zehirler ya da toksinler. Bulaşık deter-janından tutun da şampuana, sabuna kozmetiğe kadar günlük hayatımızda kullandığımız her türlü kimyasal madde buna sebep olabiliyor. Bir söz vardır: “Bir maddenin ilaç mı yoksa zehir mi olacağını belirleyen şey dozudur.” Çok doğru.
Bunun anlamını biraz açabilir miyiz?
Bir maddeyi yüksek dozda almanız ge-rekiyorsa ama siz küçük dozda alıyorsa-nız etkisiz kalır, ilaç olamaz. Düşük doz-da almanız gereken maddeyi yüksek dozda alırsanız, ilaç bile olsa, zehir etkisi yaratır. Örneğin Omega 3’ü 5 gr. alma-nız gerekirken 1 gr. alırsanız bir etkisini göremezsiniz. Ama burada işe yarama-yan şey Omega 3 değil, aldığınız Omega 3 dozudur. Biz vücudumuz için gerekli olan besinleri sebze-meyvelerden ala-cağımızı zannederken, ne yazık ki yapı-lan çalışmalar yediğimiz sebze-meyve lerin içinde artık elzem dediğimiz mikro besinlerin olmadığını gösteriyor.
Nasıl bir orandan bahsediyoruz?
Yüzde 95’e varan oranlardan bahsedi-yoruz. Tabii bu meyve-sebzelerin suçu değil; bizim suçumuz. Benim üniversi-te okuduğum yıllarda topraklar 1 sene nadasa bırakılırdı. Yılda 1 ya da 2 defa ürün alınırdı. Mahsulü aldığınız zaman toprakta bazı vitamin ve mineraller ek-siliyordu, bazıları ise artıyordu. Diyelim ki demir arttı, demiri kullanacak ıspanak ekiliyordu ki o demir ıspanağa geçsin; ıspanağın kullanmadığı selenyum da orda kalsın. Yani kendiliğinden işleyen bir döngü, bir denge vardı.
Şimdi durum nasıl?
Artık sistem daha kar odaklı. Ektiğimiz yeni sebze bir önceki sebzenin toprakta bıraktığı vitaminleri alamıyor. Bu durum ektiğimiz sebze-meyvelerin vitamin ve mineralsiz kalmasına neden oldu. Bir meyvenin içinde 100 gr. olması gereken vitamin 1 – 2 gr. kaldı. Bunun anlamı şu: Eski yediklerimizin 100 katını yememiz lazım. Özetlemek gerekirse mikro besin-leri gıdalar aracılığıyla alamıyorsak, be-sin takviyesi olarak almamız gerekiyor.
Peki sağlıklı bir yaşam için beden ka-dar zihin de önemli mi?
Bedene özen gösterirken, zihni kesin-likle ihmal etmemek gerekiyor. Ruh, be-den, zihin üçgeni çok önemli, dengede durmamız lazım. Farkındalık bu üçlünün değerini anlamanın sırrı. Bir de şükretmek var ki işte o her kapıyı açan anahtar!
Şu ana kadar okuyucularla buluşan kaç kitabınız var?
“Beslenmenin Kırmızı Kitabı” aslında 12 kitaptan oluşuyor ama 6 tanesi basıldı. “Şimdi Uyanma Zamanı” isimli bir kitabım var. Sonucu kitabım ise “Daha Genç, Daha Zengin, Daha Mutlu.” Bunlar dışında kuantum, liderlik, network hakkında yazılmış ancak basılmamış kitaplarım da mevcut. Şu aralar duygu, düşünce ve beslenmeyi konu alan kitabım yayına hazırlanıyor.