Aşk, ütopik bir kılıf mı? Milyonlarca roman ve filme dayanak teşkil eden bir öncül mü? İnsanlık için ulaşılması gereken en fevkalade amaç mı? Yoksa böyle bir ön kabul, en büyük yanılsamalarımızdan biri mi? Aşkın gözü kara cesareti kimi zaman savaşlar çıkardı, aşılmaz dağları deldirdi, kimi zaman da romanlar yazdırdı, şarkılar besteletti, resimde, mimaride harikalar yaratanların en büyük ilham kaynağı oldu.
Aşk dediğimizde, insanda çok güçlü çağrışımlara neden olan ondan başka hiçbir afrodizyak yok. Öyle ki, aşkın paha biçilemeyen ve asla vazgeçilmeyen bir duygu olduğuna inananlar kadar, kaçınılması gereken bir tür hastalık olduğunu düşünenler de var. Hipnotize edici bir çekim gücü, fikirsel saplantı, derin bir özveri ve DNA’ları birleştirme arzusu aşkın belirtileri sayılıyor ve tüm bunların az çok başına geleceğini bilse bile insan, yine de kendini o duygunun seline kaptırmadan edemiyor. Gerçek aşkın çok farklı ve keşfedilememiş alanlardan geçtiğini düşünenler, onun yakasını modern ölümlere kaptırmadığı konusunda hemfikir. Gerçek aşka nadiren rastlanıyor ve az sayıda insan bunu yaşama şansını yakalayabiliyor. Aşka düşmüşler, onun zorlu bir yol olduğunu, acı dolu olduğunu anlatıyorlar. Aşka dair yazılmış öyle çok şey var ki! Elif Şafak; “Aşk” kitabında “Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı”dır, diyor. Yani ne kadar yazılıp, çizilirse çizilsin, asla ifşa olunamayacak sırlar barındırıyor aşk. Onun insanı aşan bir irade olduğu sürekli vurgulanıyor. Sırların en sırlısını yaşayan kahramanların iz bırakan bazı büyük aşk hikayelerini sizler için derledik.
Truvalı Helen ve Paris…
Uluslardan çok bir savaşın, savaşlardan çok bir aşkın hikayesi… Homeros’un dilinden asırları aşan bir aşk bu: Macera dolu, yakıcı, yıkıcı… Paris, bir barış ziyafetinde güzeller güzeli Helen’i Sparta’daki koca evinden kaçırır. Hellen’i geri almak için Troya’ya saldıran Akha’lar, bu Güzel Atlar Ülkesi’ni yakıp kül ederler. Paris ile Helen, savaşın kanlı gölgesinde, kimi zaman suçlulukla, kimi zaman ikisini de titreten bir tutkuyla ama hep şefkatle ve her an kaybetme korkusuyla yaşadılar aşklarını. Paris, Neoptalamos’un zehirli okuyla öldüğünde, Helen’in de ait olduğu bir yer kalmamıştı. Kendi ülkesinde bir hain, Troya’da ise lanetli bir cadı olarak anıldı. Kocası Menelaos içinse şerefinin ispatı bir savaş ganimetinden farksızdı. Güzelliğiyle Afrodit’i bile kıskandırırken, kendi yüreğinden sürgün edilmişti. Yunanistan’a döndükten sonra nasıl yaşadığı ya da öldüğü hiç bilinmedi.
Ercümend ile Hürrem
Efsanevi bir aşkın dünyaya malolmuş yedinci harikası… Tac Mahal… Büyülü bir dünyanın kapılarını açan bu muhteşem yapının adı; Babür İmparatoru Cihangir’in, gelinine verdiği lakaptan geliyor; “Mümtaz Mahal”. Oysa asıl adı; Ercümend Banu Begüm. Güçlü hafızası, keskin zekası ve savurganlığı bir yana, Şah Cihan’ın en belirleyici yanı Ercümend’e duyduğu aşktır. Şah Cihan ne sarayda ne de dışında hiç ayırmamış yanından Ercümend’i. İşte yine seferlerin birindeyken savaş kampında tutmuş doğum sancısı ve ondördüncü çocuğunu doğururken ölmüş Ercümend. O öldükten sonra Cihan’da şahlıktan eser kalmamış. İmparatorluğa önem vermez olmuş, halkın önüne çıkmayı bile reddetmiş. Birbirini katleden kardeşlerden geriye kalan tek oğlu Evrencebe, 35 yıl sonra hapsetmiş şahı Kızıl Kale’ye. Ömrünün son sekiz yılını bu kalenin pencerelerinden buruk aşkının, ancak 20 bin kişiyle 22 yılda bitirilebilen ölümsüz eserini seyrederek geçirmiş Cihan Şahı Hürrem.
Dante ile Beatrice
Kimileri, Dante’nin eserlerini hiçbir zaman kavuşamadığı Betarice’ye duyduğu bitimsiz aşkın ilhamıyla yazdığını söyler. Kimileri de eğer ona kavuşmuş olsaydı, bütün bu muhteşem eserlerin ortaya çıkmayacağını iddia etmekten kaçınmaz. Dante, güzel Beatrice’ye aşık olduğunda, henüz ikisi de birer çocuktu. O dönemde bu kızı yalnızca birkaç kez görme fırsatını bulabildi Dante. Sonrasında Beatrice’ye hiçbir zaman kavuşamadığını biliyoruz. Beatrice henüz 21 yaşındayken ölüyor. Ancak Dante için aşk sona ermiyor; sonsuzluğa uğurlanıyor. Tam da, “İlahi Komedya”nın ironik doğasına uygun olarak; “Acaba Dante Beatrice’sine dokunup, onun etten kemikten yaratıldığını kavramış ve yan yana yaşanan bir ilişkinin sonucunda onun tüm insani kusurlarını, zaaflarını görmüş olsaydı yine de onu bu denli yüceltebilir miydi?” diye sormak gerek. Acaba Beatrice yanında olsaydı, Dante diye biri, İlahi Komedya’sını yazabilecek miydi? Dante; Beatrice sayesinde Dante oldu! Ama Beatrice’sizken…
Frida ile Diego
Diego, Meksika’nın en önemli ressamlarından ve devrimin de bir parçası. Frida’ya göre ise bir deha… Peki ya Frida ? O hem güçlü, hem zayıf. Hem asi, hem de kadın… Öyle bir kadın ki; korkunç acılar içinde… Bir trafik kazasında karnından uterusuna, ayaklarından sırtına kadar her yeri parçalanır Frida’nın. Omuriliği ciddi biçimde zedelenir ve sağ bacağı deforme olur. Tüm yaşamı ardı ardına 32 ameliyat ve yatağa bağımlı nekahet dönemleriyle geçer. Frida acıya karşı olağanüstü bir dayanma gücü geliştirir. Politik başkaldırısı, artistik heyecanı, gurur, masumiyet, tahrik ve şiddet, Diego ile olan tutkulu aşkları… İşte, Frida’ya dayanma gücü verenler… Boşanmışlar ama dayanamamışlar ayrı kalmaya, bir yıl sonra barışmışlar ve yeniden evlenmişler. Frida, “Hayatta başıma iki korkunç kaza geldi; biri trafik kazası, diğeri de Diego…” diyerek anlatır, onun kendisi için ne demek olduğunu. Aşk ve acı tanımlar Frida’yı. Oysa yaptığı son natürmortun adı; Yaşasın Yaşam’dır.
Selahattin Pınar ile Afife Jale
Birisi ünlü bir bestekar diğeri ise tiyatrodaki ilk müslüman kadın olarak tarihe geçti. İkisi de 25 yaşındaydı ve gençliklerini acılar içinde harcamışlardı. Evlendiler, çocukluklarına dair yaşayamadıkları ne varsa, birlikte yaşadılar. Fakat güzel günler uzun sürmedi. Tiyatrosuz kalmanın boşluğunu uyuşturucularla kapatmaya başlayan Afife, en sonunda bağımlı olmuştu. “Terk et beni, yoksa sen mahvolacaksın” diye yalvardı günün birinde. Selahattin hayatının aşkını bir başına bırakıp başka bir kadınla evlendi fakat onunla da yapamadı. Afife ise beş parasız, tenha parklarda yatıp, aşevlerinde karnını doyuracak hale geldi. Aşık olduğu adamın bestelerini yalnızca taş plaklardan dinleyebildi. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde 39 yaşındayken terk etti dünyayı. Afife Jale, her ilk gibi, “ilk” olmanın bedelini ödedi. Ölümü gazetelere haber olmadı, cenazesinde sadece dört kişi vardı. Selahattin ise onun ölümünden sonra kendi kendini yedi, nice aşk ve acı dolu besteler yaptı. Bir gün Todori’de doktorunun yasakladığı her ne varsa ısmarladı ve rakısını yudumlarken kapadı gözlerini hayata. 58 yaşındaydı.