Yazı: Bihter Ayyıldız, Sürdürülebilir Marka Danışmanı
Türkiye’nin en özgün ve kaliteli markalarından Derishow’un imzasını taşıyan ‘’Moda bizim için bir semt ismidir’’ sloganını hatırlayan var mı? Yıllar aklımda değil ama bu slogan belki de yine Türkiye’nin en köklü markalarından Vakko’nun ‘’Moda Vakko’dur’’ sloganına karşı tatlı bir atıftı.
Burada dikkat çekmek istediğim konu, Türkiye’nin kendi tasarım markalarının oluşu, bu markaların bir duruşunun olması ve daha da önemlisi bu ve bu gibi markaların çalışanlarının neredeyse bir ömür bu şirketlerde çalışıp, buralardan emekli olmuş olması.
Bağdat Cadde’sinde çok sevdiğim bir butik vardı. 80’ler ve 90’ların en ünlü markalarından biri olan Pabetland’dan bahsediyorum. Annem uzun yıllar bu butiğin müşterisi idi. Annemle alışveriş yapmayı çok sevdiğimden, sayısız Pabetland ziyaretim oldu. Yıllarca aynı mağaza müdürünü, adeta moda dergisinden fırlamış gibi hoş giyimli, saç makyaj son derece tadında ve alımlı hatırlarım. Tadilatları yapan terzi de yıllar yılı aynı kişiydi. Oradan satın alınan elbiseler defalarca aynı terzinin elinden geçerdi. Bu kıyafetler öyle ucuz da değildi. Ama günümüzden en büyük farkı yıllarca giyilmelerine dair eskimezlerdi ya da öyle güzel eskirlerdi ki, tadilatlarla küllerinden yeniden doğan tasarımlara dönüşürlerdi.
Bu kadar rahat konuşabilmemin sebebi, mevcut gardırobumun yüzde 80’inin annemden ve anneannemden kalan giysilerden oluşması. Pabetland’ın bir keten etek ceket takımını hala en özel günlerimde giyerim ve en çok övgüyü aldığım, üzerine en çok sorulan kıyafetlerim arasındadır.
Zamansız Sürdürülebilir
İşte benim gardırobumun bu yüzde 80’lik kısmı bugün zamansız ve sürdürülebilir olarak tabir ettiğimiz yaklaşımına tamamen uyuyor. Hatırlatmak isterim, tüm bunlar olurken, ne modada sürdürülebilirlik konuşuluyordu ne de zor şartlarda çalışan moda işçileri. Terzilik ve moda sektöründe üretime dair aklınıza gelebilecek her meslek kolu son derece prestijli ve değerliydi.
Zaman içinde birçok marka ya gücünü kaybetti; ya tamamen yok oldu ya da günü yakalamak adına prensiplerini değiştirdi. Yine hatırlatmak isterim; petro kimya sektöründen sonra ilk sırada gelen ve dünyayı en çok kirleten sektör moda. Bu endüstrisinin yarattığı en büyük düşman ‘’Hızlı Moda.’’ İlginçtir, hızlı moda markalarının son 10 yıldır yürüttükleri stratejilerinin yüzde 90 sürdürülebilirlik üzerine.
Ne pahasına
Şimdi soruyorum: Bir ünlüde ya da çok sevdiğiniz bir sosyal medya figürünün üzerinde görüp, heyecanla aldığınız ve sadece birkaç kere giydiğiniz fosforlu yeşil bir tişört için bir işçinin hayatı pahasına ne kadar acımasız şartlarda çalıştığını gözünüzle görseydiniz, o tişörtü duygularınızdan arınıp bir daha giyebilir miydiniz? Benim cevabım net. Ben giyemem, giymiyorum!
Bu konuyla ilgili profesyonel ya da özel çevremde karşılaştığım en büyük eleştiri ve tepki, ‘’Dünyayı sen mi kurtaracaksın’’ yaklaşımı. Tabii bir de ‘’…Ama o markanın tamamen sürdürülebilir alt koleksiyonları da var. Ben onları alıyorum’’. Almayın!… Lütfen almayın. Bu sisteme daha çok para ve güç kazandırmayın.
Güç bizde
Sürdürülebilir moda konusu daha uzun süre tartışmalarımızı süsleyecek. Bunu düşünerek ilginizi çekeceğini düşündüğüm paylaşımlar yapmak isterim. Lütfen Netflix’in ‘’The True Cost’’ isimli belgeseliyle başlayın. Unutmayın, güç bizde.
Moda sürdürülebilir olabilir mi?
Nasıl olabileceğine kafa yoralım;
- Aldığınız ürüne ne kadar ihtiyacınız var? Bunu düşünün. Düşünün… Düşünün.
- Ne kadar giymeyi düşünüyorsunuz? Bir hedef belirleyin.
- Kaliteli mi? Bunu lütfen sorgulayın. Kalite pahalı olacak diye bir kural yok. Ama “ucuz etin yahnisi” sözünü de unutmayın.
- Etiketini detaylı okuyun.
- Hayat şartlarınıza uyumlu mu? Mesela çok aktif araba kullandığınız bir işiniz varsa, keten bir takım almak mantıklı olmayabilir.
- Karbon ayak izine mutlaka bakın. Nerede üretilmiş? Ürün size ulaşana kadar kaç hava-deniz-kara taşıması kullanıldı?
- Yerel markalardan alışveriş yapmaya özen gösterin.
- Bir sorun çıktığında onu yapan tasarımcıyla kademeli de olsa iletişime geçebiliyor olun. Sonra da bunun keyfini sürün.
- Online alışveriş yapmış olsanız bile, mağazalardan ürün teslim almaya çalışın. Bu sayede karbon ayak izinin etkisini azaltmış olabilirsiniz.
- Hızlı moda markalarının mağazalarında yer alan geri dönüşüm kutularına atacağınız kıyafetleri, gerçekten ihtiyacı olan insanlara vermeye çalışın. “Ama bunlar çöp oldu, kimse giyemez” diyorsanız, şunu bilin ki zaten en baştan bir çöpü size bir “hayal” olarak sattılar. İyi bir kumaş asla çöp olmaz.
Bunlar ilk aklıma gelenler. Güç bizde olduğuna göre daha yaratıcı olabilir, listedeki maddeleri onlarla ifade edebiliriz.
Küçük bir hesaplama
Türkiye’de yaşayan yaklaşık 80 milyon insan yılda ortalama 3 adet “hızlı moda” markası imzalı giysi alıyor olsun. Eğer bu 3’er adetten vazgeçerlerse, işte o zaman 240 milyon adetlik bir gerileme yaşanır ki, hepimiz her yıl gereksiz harcama yaptığımızla yüzleşiriz.
Reklamlara, pazarlama kampanyalarına değil, gerçek hayatta olup bitene bakarak karar vermeliyiz.
Bunun için aşağıdaki hesapları takip etmenizi öneririm.
- cleanclothescampaign
- remakeourworld
- liviafirth
- ecoage
Bu arada beğendiğim bir yazıyı da dikkatinize sunayım; Seda Yılmaz geçtiğimiz hafta Oksijen’deki köşesinde, önde gelen 20 küresel moda markasının çalışanlarına ödemelerinde sorunlar yaşandığı, pandemide kazandıkları ticari geliri üreticilerine yansıtmadıklarını konu alıyordu. Mutlaka okumanızı öneriyorum. Yazıda bahsi geçen markalar ve daha çok detayın olduğu Seda Yılmaz tarafından paylaşılan kaynağın da linkini incelemenizi rica ediyorum.
Sürdürülebilir modanın, süründürülebilir işçilerle yaratılması doğru değil, sürdürülebilirliğin böylesine tüketici olarak biz de dur diyebiliriz, çünkü güçlüyüz.